Selçuklu ve Osmanlı Devletlerinin ulusçuluk ana ilkesine dayandırılarak kurulduklarını, topluma din dayatmama kuralının kuruluş yıllarında egemen olduğunu biliyoruz. Hatta Batılı yönetimlerin laiklik kuram ve uygulamalarını Anadolu Selçuklu yönetim ve toplum yaşamından aldıkları da tarihçilerin saptamalarıdır.
Ulusçuydular çünkü kurucu önderlerinden çoğunun adları Türkçedir; Çağrı, Tuğrul, Ertuğrul gibi. Laiktiler çünkü, ataları akıl bilimlerine önem vermişler ve bilimin gölgesinde yüksek uygarlık düzeyine ulaşmışlardı.
Göktürk ve öncesindeki Türk devlet ve uluslarının herhangi bir dinleri yoktu, Gök Tanrı inancı egemendi.
Ünlü Türk felsefeci Farabi ‘İdeal Devlet’ adlı bitiğinde Tanrı kavramını incelemiş, ‘Tanrı bilfiil akıldır’ sonucuna vararak yabancı kültür değerlerinin kalıp (doğma, nas) olarak din aracı yapılmasına karşı çıkmıştır. Bir başka Türk felsefeci Ömer Hayyam da, bir dörtlüğünde yazdığı gibi Farabi’yi desteklemiştir;
Medresenin sözü vardır, tekkenin hali
Sözden, halden öteye gider aşkın yolu
Müftünün, caizin en iyisini getirsen
Aşkın mahkemesinde tutulur dili.
Atatürk de, onuncu yıl söylevinde Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinin “Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü” olduğunu duyurarak Türk tarihinin ulusçu, akılcı ve laik dönemlerinin sürdürüleceğini belirtmiştir.
Atatürk’ün ilke ve Türk Devrimleri ile on beş yılda, her alanda döneminin güçlü bir Türk Devleti, mutlu ve varsıl bir Türk toplumu Acun’un ilgi ve beğenisini kazanmıştır. Ancak Atatürk’ün sonsuzluğa uçmasının ardından yaşanan karşı devrimler Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ve Türk ulusunu Selçuklu ve Osmanlı Devletlerinin son dönemlerine doğru sürüklemiştir.
Öz değerlerimizden olmayan kültür ögeleri toplumu ve yönetim kurumlarını önemli ölçüde yıprattı, aşındırdı ve dönüştürdü. Devlet kurumlarının yaymacası(propaganda), zorlaması, baskısı ve “Tarikat ve cemaatlerin” kurumların yönetimlerinde etkin duruma gelmeleri toplumcul bir ayrışma sürecinin önemli etkenleri oldular. Devlet yönetimlerinin dayattıkları din, Arap, Batı, yabancı anlayış ve yaşam kavrayışı kişilerin bir bölümünün davranış biçimlerini de değiştirdi.
Örneğin; “Hayırlı Cumalar -Arapça” beşinci günde iletişim araçlarıyla dayatılırken, iki din/Arap bayramı, dört ulusçu bayramımıza yeğlenir oldu. Din bilginlerince de din kurallarına aykırı bulunan kandil -Arapça kutlamaları inanç ya da çıkar amacıyla paylaşılırken, bu kutlamaları onaylamayan kişilere de dayatılarak anlamsız ve akıl dışı ayrışmaların duvarları örülür oldu.
Oysa din ve inanç kavramları kişilerin özgürlük alanıdır. Kişiler başka kişilere ve devlet yönetimleri yurttaşlarına herhangi bir din/mezhep ya da yabancı kültür değerlerini dayatamaz, dayatmamalıdır. Son Türk Devleti’nin kuruluşundaki ana ilkeleri korunduğu ve yaşatıldığı sürece özgür, bağımsız ve varsıl yaşayacağımız unutulmamalıdır.
Hayyam’la bitireyim:
Gül yanaklı sevgiliyi saramaz insan
Yüreğine diken batmadan, vurulmadan
Kim bir güzelin saçına dokunabilmiş
Tarak gibi diş diş, didik didik olmadan?
İlteriş ÇINAROĞLU – Örgüt Başkanı
